İlk insanların ihtiyaçları barınma, beslenme ve üremedir. Bugün modern insanın da ihtiyaçlarını düşündüğümüzde hala değişmeyen temel ihtiyaçlar da bunlardır. Çünkü bunlar insanların var olabilmesinin koşulu. Bu ihtiyaçların giderilebilmesi için bir de paraya ihtiyaç vardır.
Köleci toplumla başlayan insanın sömürüsü günümüzde hala devam etmektedir. Köleci toplumda, toplumun temel ekonomik gelişimi köle emeğine bağlıydı. Köle, insan-maldı, yani üretim aracıydı ve sadece karnını doyuracak kadar beslenebiliyordu. Köleleri ölesiye çalıştıran Roma, Antik Yunan ve Antik Mısır, görkemli medeniyetler yarattılar. Köle sahiplerinin köle kaynakları savaş esirleri, köle pazarlarından alınan köleler ve borcunu ödeyemeyen vatandaşlardı. Çocuklar da köle olarak kullanılırlardı. Ne var ki köle elde edebilmek için en çok savaş lazımdı ve yürüttükleri savaşlar, içeride köle isyanları, yeni fetihlerde tarım alanlarına yerleşen insanlar köleci sistemin sonunu getirdi.

Bugün köleci sistemde değiliz tabii ama en az onun kadar azgın olan neo-liberal sistemin içerisindeyiz. Köleci sistemde sistemin sahipleri köle sahibi olanlarken, neo-liberal sistemde tekelci sermaye ya da mali oligarşi adıyla da anılan büyük holdinglere ve finans dünyasına sahip olanlardır. Bu sayede politikada söz sahibidirler ve toplumsal düzenlemeler onların ihtiyaçlarına göre şekillenir. Hatta ülkeler bile hegamon olan ülkenin isteklerine göre şekillendirilir. Silah şirketleri çok büyük ve güçlü olduğundan sürekli savaşmak ya da ülkeleri savaştırmaları gerekmektedir ki para kazansınlar. Hegamonun etkisinde, gelişmiş ülkeler veya az gelişmiş ülkeler bir türlü gelişemezler. Gelişmiş olanlar da ya da bu ivmeye sahip olanlar da geriletilmeye çalışılır. Büyük medya şirketleri ve satın aldığı kalemler/yüzler geriletilmek istenenlerin üzerine sürekli kara çalarak emperyalist ülke eylemlerini geniş kesimlerin nazarından gizlerler.

Konuyu ülkemize daraltırsak, bugün ülke ihtiyaçlarına baktığımızda ülkeyi esas kalkındıracak olan sanayilerin -yani ağır sanayi, üretim araçları üreten sanayi gibi- kurulmadığı ve var olan kadarının da kapasite kullanım oranlarının ve yıllık sanayi üretiminin de düştüğünü TUİK rakamları söylüyor. Öte taraftan yine TUİK verilerine göre dar tanımlı işsizlik oranı %8,6 geniş tanımlı işsizlik oranı ise %28,2 olarak belirtildi. Geniş tanımlı işsizlik 11 milyon 436 bin kişiye karşılık geliyor. Asgari ücrete sadece %30’luk zam yapıldı enflasyon oranı %47 iken. Emekliye %15,75 zam verildi. Strateji ve Bütçe Başkanlığı’na göre enflasyonun temel belirleyicisi gıda oldu. Kötü tarım politikamızla gıda enflasyonun yüksek çıkması normal ama şirket karlarından bahsedilmiyor.
Ekonomi Bakanı Şimşek geçenlerde bütçe disiplinin önemli olduğunu, faiz yükünü azalttıklarını ve oradan artırdıklarıyla altyapıya, sağlığa, eğitime yatırım yaptıklarını söylüyor. Her şeyin özelleşmiş ve neredeyse hiçbir şeyin parasız elde edilemeyeceği günümüzde, işçiye, ülkesinde var olan imkanlardan faydalanamayacağı bir ücret veriliyor. Demek ki o yatırımlardan aslında dar gelirli kesimin yararlanmasını istemiyorlar. Tüm yapılan yatırımlar, yasal düzenlemeler ve sağlanan imkanlar çok dar bir çevre için planlanıyor. O da büyük sermaye denilen TÜSİAD, MÜSİAD, büyük müteahhitler vs. Bu kesimlerin büyümesi için bizim daha az kazanmamız, daha çok vergi vermemiz lazım. Sağlıksız evlerde oturmamız onları ilgilendirmez, çocuğumuzun okula cebinde harçlıkla gidip gitmediği onları ilgilendirmez, hatta gece yatağa aç mı tok mu giriyor bu insanlar diye sormazlar. Enflasyon zamanlarını özellikle severler, çünkü bir taraftan o enflasyon onlara artı bir kar sağlarken bir taraftan işçiler işlerinden olma korkusuyla daha çok çalıştığı için daha yüksek verim alırlar. İşçiyi bir de bu şekilde acıya gark ederler. İşçinin stresi umurlarında değil, yeter ki verimlilik artsın. Buna mukabil bu büyük şirketlerden vergi alınmadığı gibi üstüne bir de ülkeyi geliştirecek yatırım da yapmazlar. Ya da sadece kendilerine para sağlayacak kadar. Kar gördükleri yere. Ülkeyi geliştirmek onların sorunu değildir. Daha risksiz olan paradan para kazanmayı tercih ederler. Her türlü denetlemeden de muaf, sınırsız hareket özgürlüğü doğrudan devlet tarafından kendilerine sağlanır. Küçük bir azınlığın lüks içinde yüzebilmesi için büyük çoğunluğun elinde ne var ne yok alınması gerekir.
Bu politikaların esas önereni de Batıdır. Doğduğu yer de Batıdır. IMF’siz IMF programı denilen şey de budur. Yani ekonomi, politiktir. Ekonomide kararlar sonuçta bir tercihin dışa vurumudur ve ekonomiye ve politikaya hakim kesimler sömürmeyi seçmektedirler. Sınırsız kazançlarının önü kesilmesin diye de her şeyi yapıyorlar ve yapmaya da devam edecekler.

Bir yanıt yazın