Düşünce Labirenti

Para konuşur; ama ben daha iyi dinlerim!

Rezonans Kanunu-2

Bilimi

”Kuantum fiziğinin, kuantum biyolojisinin, modern matematiğin ve epigenetiğin en yeni buluşları, hastalıktan sağlığa; bağışıklık sistemimizden hormonal dengeye; vücudumuzun kendini tedavi edebilme gücünden mutlu olma kabiliyetimize kadar bizi, olduğumuza inandığımız şey yapanın, düşünce biçimimiz olduğunu, gün yüzüne çıkarmıştır ”(sf 13).

Bu kısmın nasıl işlenebileceğini düşünürken elbette farklı işleniş şekillerine de baktım. Belki burada en çok üzerinde durulması gereken sihrin var olmadığının anlatılması gerektiğidir. Hepimizin ve her şeyin dahil olduğu doğa yasaları vardır. Bunlar bizim sınırımızdır. Ancak doğa üstü güçlerin varlığına inanış bu sınırların reddini getirir ve her şeyin mümkün olabileceğine inanışı kamçılar.

Kitapta, dayanıldığı bahsedilen bilimler esas olarak sihri reddeden bilimlerdir. Ve bunlar hiçbir zaman doğanın kendi var oluş şekillerinin dışında yani kendi yasalarının dışında hareket edebileceklerini ifade etmezler. Olanı olduğu gibi anlama çabasıdır bilimdir. Kuantum dünyası, insan anlayışını oldukça zorlayan bir alandır. Çünkü atom altına inildiğinde başka doğa kuralları işler. Bu doğa kuralları bizim atom üstü dünyada gördüğümüz örgütlülük anlayışına aykırıdır. Ve bizim bilincimizi de esas oluşturan atom üstü dünyadır. Bu da kuantum dünyasını incelerken oldukça zorlayıcı bir durum olarak karşımıza çıkar. Çünkü burada olanları anlayabilmek için düşünce şekliniz de değişmelidir.

Kuantumun temelini oluşturan ilkelere bakalım:

  1. Dalga-Parçacık İkiliği: Elektron ve foton gibi parçacıklar hem dalga hem parçacık özelliği gösterir (Thomas Young Çift Yarık Deneyi, 1801)
  2. Belirsizlik İlkesi (Heisenberg, 1927): Bir parçacığın konum ve momentumunu aynı anda kesinlikle ölçemeyiz. Bu, evrenin doğasında var olan bir sınırdır.
  3. Süperpozisyon: Parçacıklar, aynı anda birden fazla durumun kombinasyonunda bulunabilir (Schrödinger’in Kedisi Düşünce Deneyi, 1935).
  4. Kuantum Dolanıklık: İki parçacık birbiriyle ‘’dolanık’’ hale geldiğinde, aralarındaki mesafe ne olursa olsun durumları anlık olarak birbirini etkiler (Einstein buna ‘’uzaktan ürkütücü etki’’ demişti).
Süperpozisyon

Matematiğine bakalım:

  1. Werner Heisenber, matris mekaniğini geliştirdi (1925).
  2. Erwin Schrödinger, dalga denklemiyle (1926) parçacıkların davranışını dalga fonksiyonuyla açıkladı.
  3. Paul Dirac, özel görelilik ve kuantum mekaniğini birleştirerek elektronun spinini tanımladı (1928).
  4. Kopenhag Yorumu (Bohr-Heisenberg): Ölçüm yapılmadığında parçacıkların belirli bir durumu yoktur; olasılıklar dalga fonksiyonuyla ifade edilir.

Kuantum alanı hala tam olarak anlaşılabilmiş bir alan değildir. Ancak, öğrenilebilenle yapılabilen pek çok aracı da kuantum dünyasının bize sağladığı bilgilerle icat edebiliyoruz. Örneğin, transistörler, bilgisayarlar, lazerler, MRI (manyetik rezonans görüntüleme), GPS sistemleri gibi.

Öte taraftan Epigenetik’e bakalım. Epigenetik, genlerle çevre arasındaki dinamik etkileşimi açıklamaya çalışır. Epigenetik değişiklikler, DNA dizilimini bozmadan ancak ifadesini etkileyen değişikliklerdir. Onun da tabii olduğu yasaları vardır: DNA metilasyonu, histon modifikasyonu ve kodlamayan RNA’lar. Epigenetik değişiklikler, çevresel faktörler, yaşam tarzı, stres, beslenme gibi birçok faktörden etkilenebilir ve gelecek nesillere de aktarabilir. Dolayısıyla, bunlar da maddi bir temele sahip olup, maddi dünyanın ürünleri ile ancak tedavi edilebilirler.

Düşünce gücünün oluştuğu organ Beyindir. Ancak beyin ile ilgili de hala anlaşılamamış yerler vardır. Hala bir gizemdir bilincin, düşüncenin nasıl oluştuğu. Beyindeki elektriksel akımların nöron ismi verilen sinir hücrelerinden oluştuğu hele bir de sinir hücresi miyelin kılıf ile sarılı ise daha da hızlı elektrik akımını ilettiği biliniyor. Ancak beynin bu etkileşimleri nasıl gerçekleştirdiği bir sır. Kitap, beynin elektromanyetizmasının evrene enerji gönderen olduğunu söylüyor. Oysa hiçbir bilimsel çalışma bunun böyle olabileceğini söylemiyor. Hala yukarıda bahsettiğimiz tüm sistemlerin nasıl işlediğini anlamak için çalışmalar yürütülüyor.

Kitap ise hayatın tüm sırrını çözmüş edasıyla, sözde birçok bilgi koyuyor. Oysa hiçbirinin altı dolu değil. En büyük dayanağı, isimleri duyulmuş ve önemli addedilen -ki gerçekten önemli- teorileri kullanmak. Burada bir tuzak var. Bunu anlamak çok önemli. İnsanların içeriklerini bilmedikleri ancak sadece isimlerine göre -ki bu da kendi uydurmalarına göre demek- değerlendirdikleri, eğdikleri, büktükleri kitaplar bunlar. Belki yazarın kendisi de inanıyor ya da bu tarz kitapları yazanlar, insanları her şeyi sadece kendilerinin belirlediklerine inandırmak için görevli kılınmış kimselerdir. Bir sistemin içerisinde yaşıyoruz ve bizim adımıza kararlar almaları için birilerini atıyoruz değil mi? Milletvekilleri, başkanlar, cumhurbaşkanları vs. Dünya ölçeğinde baktığımızda her ülkenin kendi başkanları, vekilleri, ülkeler arası güç mücadeleleri, uluslararası normlar ve bunların etkileşiminden doğan bir ortamın içerisinde yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz Neoliberal Sistem, her aracıyla insana şunu kabul ettirmeye çalışıyor: Eğer sen, bu muhteşem sistemde bir şey başaramadıysan bunu nasıl yapacağını bilmemekten sen sorumlusun. Hatta tekil başarı örnekler yaratırlar kendi söylediklerini ispatlamak için. Ama aynı sistemin sahipleri, insanın ne kadar ücretle çalışacağına, hangi doğrularla, neye sahip olup olmayacağıyla ilgili kararları kendisi veriyor. Kazandığınız parayla çocuğunuzu okutup okuyamayacağınız sistemi ilgilendirmez; sistemin önünüze sunduğu çeşitli deneyimleri ya da bir kesim için var olan hayatı sizin de yaşayıp yaşayamayacağınız da ilgilileri ilgilendirmez ve hatta kendi için gerekli gördüğünde hiçbir hayatı umursamadan savaş çıkarır. Bir yere sahip olmak istiyorsa orada yaşayan, hayatları kurulu insanları yerlerinden sürebilir, mülteci konumuna sürükleyebilir. Güçlünün zorbalığı varken istediğiniz kadar evrene enerji göndererek bir şeyleri başaracağınıza inanın; başaramazsınız. Mesele sadece kendinizle ilgili değil çünkü. Sistem kurucularının iki dudağı arasında hayatınız. Bu aşılmaz bir şey değildir. Ancak aşabilmek gerçeği anlamak ve gerçeğe sadık olmakla mümkündür. Buna göre davranmakla mümkündür.

Bilmediğiniz şeyler olabilir. Yukarıda bilinenlerle bilinmeyenleri de koydum. Hepimizin var. Kimse tek başına dünyanın o tüm bilgisini öğrenebilecek ne kapasiteye sahip ne de zamana. Kolay da değil zaten. Bilmemekte sorun yok ama öğrenmeyi de istemiyorsak ya da bu tarz her şeyi çözmüş olduğunu zanneden zavallı kitapların peşine takılıyorsak o zaman hepimiz için büyük problem var demektir. Öğrenmeyi durdurmak demektir bu. Oysa her an öğreniyoruz. Diğer taraftan, her şey için herkes için sınırlar vardır. Doğa yasaları doğanın ve hepimizin üzerinde sınırlayıcı etkileri vardır. Benzer şekilde de toplum yasalarının. Özgürlüğümüz de sınırlıdır her iki yasa nedeniyle. Şu klasik cümleyi hatırlayalım: Birinin özgürlüğünün bittiği yerde bir başkasının özgürlüğü başlar. Bu saygı sınırıdır. Bu kitaplar ise her şeyin sınırının sadece düşünerek kaldırabildiğimize ve her istediğimizin olabileceğini anlatır. Bu imkansızdır.

Geçen gün şöyle bir habere denk geldim: Hale Bopp isimli kuyruklu yıldız 1997 yılında dünyaya yaklaşmış bu da insanların onu çıplak gözle görebileceği bir ortam yaratmış. Haven’s gate (cennetin kapısı) olarak kendilerini adlandıran tarikata mensup 39 kişi, kuyruklu yıldızın arkasında bulunduğuna inandıkları ufoya binerek kozmik cennete ulaşmak için topluca intihar etmişler. İşte bu tarz kitapların yaptığı bu! Sadece düşünerek gerçek olduklarına inandıkları ve aslında gerçek olmayan bir şey için insanlar intihar noktasına gelebiliyorlar. Diyebilirsiniz ki bu kadarı da fazla biz böyle inanmıyoruz. Hiç fark etmez; gerçekten yürekten isteyip olmayan şeyler karşısında depresyona girme ihtimalinizi hesaplamaya çalışın ve o depresyon da sizi intihara kadar sürükleyebilir. Her şeyi denedim de gene olmadı durumu yaşanacak. Bu kitaplar umut katilleridir. Oysa gerçek durumu anlamak gerçek çözümü de beraberinde getirir.

O nedenle eğer bilimsel bir isme sahip bir bilgi gördüğünüzde mutlaka bunu bilim çevrelerinden teyit etmeye çalışın. Youtube gerçek bilimcilerle de dolu. Ya da internet. Yapay zeka var. Ona sorun. Bu tarz şeylere kanmanızı engelleyen bir temel verir en azından.

Son olarak bilime uzak kesimlere bir kitap önerisi yapmak istiyorum. Paul Persons editörlüğünde yayınlanmış 30 Saniyede Teoriler kitabı. Bu yazıda alıntıladığım görseller de bu kitaba ait. Ayrıca içindekiler kısmını da paylaşıyorum. En azından bir başlangıç sunar. Ondan sonra daha merak ettiğiniz, öğrenmek istediğiniz teorilerin peşinden kolaylıkla gitmenizi sağlar. Beyin görselleri ise Rita Carter’ın Beyin isimli kitabındandır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir