Düşünce Labirenti

Para konuşur; ama ben daha iyi dinlerim!

Biz Ne Yaşıyoruz?

Önceden ben hiç bu zamanın insanı değilim diye düşünürdüm. Benzeri ifadeleri pek çok kişiden de işittim. Siyasetle tanışmadan önce böyle hissettiriyor. Oysa böyle bir ifade tam da bu zamana ait olduğumuzun ifadesidir. Yabancı hissetmemiz içinde bulunduğumuz sistemin doğasındandır. Ve tersine çevrilebilir.

İçinde bulunduğumuz Neoliberal olarak isimlendirilen sistem, toplumların değil, küresel sermayenin sistemidir. Her şey, onların çıkarlarının/sermayelerinin gerektirdiği gibi planlanır. Eğer onların çıkarları savaş çıkarmayı gerektiriyorsa savaş çıkarır, ülke yönetimlerinin değişmesi gerekiyorsa iç karışıklık çıkarır, darbeleri yapar ve kendi sözlerini dinleyecek yönetecilerin iktidarı almalarını sağlar. Ya da bugün ülkemize ve aslında bölge ülkelerine de yöneltilen tehdit gibi, ülkelerin parçalanıp, sınırlarının değiştirilip, kendi yönetiminde yeni bir ülke kurulmasını isteyebilir. Tom Barrack gibi adamlarını geniş tanımlı olarak görevlendirip bölgemize gönderebilir. Milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi ya da geleceklerini mahvediyor oluşları onların umrunda değildir. Kaynaklara sahip olmak için bolca kan akıtmaktan çekinmezler. Zaten aksi olsaydı o gelişmişliklerine hayranlık duyulan koca koca ülkeler İsrail soykırımı engellerlerdi, oysa desteklediler. Tabii kaba kuvvetinin yanında eğitim, medya ve kültür-sanat faaliyetlerini de yönetir ki, ele geçirebildiği kadar beyni ele geçirip, kendine karşı çıkabilecek insanlar oluşmasın ya da kendi çıkarlarına göre insanları, bu planları bozmak isteyenlere karşı harekete geçirebilsinler. Yani bir nevi zombi ordu da kurarlar. Bu son bölüm özellikle önemli, çünkü sinsi. Savaş çıkarıldığında ya da bir ülkeye darbe yapıldığında olan biten görece daha açık olduğu için gerçeği anlama şansı daha yüksektir. Ancak eğitim, medya ve kültür-sanat faaliyetlerinde, bilgilerin sunumu yanlı, yalanla harmanlı, eksik ve/veya yanlıştır. Sistem rızası yaratma isteği nedeniyledir. Bu faaliyetlerin içeriğinin doğruluğunu anlamak ise oldukça zordur. Özellikle medya faaliyetleri okumayı seven veya sevmeyen herkesi çevrelediğinden ve eğitim sistemimiz çok uzun zamandır ezbere dayalı olduğundan, okumayı seveni de sevmeyeni de kolaylıkla avucunun içine alabiliyor. Yıllarca aldı. Günümüzde şartların ağırlaşmasından dolayı huzursuzluk artıyorsa da, büyük resmi görebilen insan sayısı aslında hala az.

Dünya bir kırılmadan geçiyor. Tek kutuplu dünya düzeni artık çok kutupluluğa evriliyor ve sistemin lideri olan ABD de eskisi gibi hegemonya kurma konusunda başarılı değil. Bu durumun böyle olması elbette onların artık tamamen hareketsiz olduğu anlamına gelmiyor. Adı ister BOP olsun, ister Trump’ın BOP’u olsun, Trump’ın yolu olsun, hedef bölgeyi kendi istedikleri gibi şekillendirip kaynaklarına çökmek. Yağma amaçlı bölgemizdeler. Bunu yapmak için de bölgedeki işbirliği yaptıkları ülkeleri ve bölge teröristlerini kullanıyorlar. Mesela IŞİD tamamen batının yaratıp silahlandırdığı bir terörist grup. PKK/YPG/SDG, adına ne derseniz hepsi aynı, yıllarca batının silahlandırıp eğittiği terörist grup. Sahada gördüğümüz ise iki grubun hem bölgeyi ateşe verirken hem de birbirleri ile savaştığı. Esad batının desteklediği bu gruplarla devrildi, yerine getirilen El-şara El Kaide militanı ve yönetimine de El Kaideli isimleri aldı, ülkede kıyım yapıp duruyor. Onun yanına bir de SDG eklenmeye çalışılıyor. Suriye’nın yıkımı konusunda hep AKP’yi görüyoruz, ki günahı büyük, ancak bunun yanında o dönem Kılıçdaroğlu’nun da YPG’yi nasıl ülkeye özgürlük savaşçıları olarak anlattığını da hatırlayın. DEM’i meclise CHP’nin soktuğunu da hatırlayın. Ya da bugüne geldiğimizde ülkenin bölünme planlaması olan Anayasa Komisyonunda meclisteki partilerin nasıl bir araya geldiğini görün. Kılıçdaroğlu CHP’yi, Batının istediği şekle göre yeniden dizayn etti. Atatürk’ün CHP’si değil bugünkü CHP. O dizayndan çıkan Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun halleri de ortada. Kukla ustaları, değişik aktörleri ellerinde oynatıp, etkileyebildiği kadar insanı kendilerinin göstermek istediği şekilde görmelerini sağlamaya çalışıyor. O nedenle bugün umut hala meclisteki partilerden aranabiliyor. Oysa o birbiriyle savaşan ya da rakip gibi görünen kesimlerin hepsi batının planını gerçekleştirmek üzere seferber olmuşlardır.

Şimdi düzen partileri dediğimiz bu partiler ile ilgili durum böyle. Peki ya bizdeki sermaye? İşletmelerle siyaset birbirlerinden kopuk anlaşılsa da bu gerçek değildir. Ülkemiz içindeki uygulamalarından da açık olarak gördüğümüz üzere Neoliberal sistem tüm ekonomik uygulamarını sermaye düşünerek yapar. Zaten adı üstündedir kapitalist sistem, yani sermayenin sistemi. Devlet onlardan dünyanın vergisini affeder ama sıradan bir insan tüm ödemelerini eksiksiz yapmalıdır. Sermaye işçilik maliyetleri çok yüksek diye ağlar, ki her zaman bunun için ağlarlar, işçinin ücretlerine zam yapılmaz. İşçiyi koruyan bir sistem yoktur. Emekli asgari ücretlinin de altında maaş alır. Emeklinin de asgari ücretlinin de bu pahalılıkta nasıl yaşayabildiği umursanmaz. Çocuk işçilik yasak olmasına rağmen çocuk işçilik vardır. Çünkü maliyeti düşüktür. Malum rasyonel düşünceye duygu karıştırılmaz. Ülkenin kaynakları örneğin bir arsası, normalde bir insanın alamayacağı kadar indirimli olarak sermayeye tahsis edilir. Çeşitli adlar altında teşvikler verilir. Sermaye için uluslararası sistemden dünyanın borçlanması yapılır, bunun için yüksek faiz ödemek göze alınır. Ödemesini de halktan vergi toplayarak yapma yoluna girişirler. Sermaye de, maliyetlerini düşürmek ve kolay yoldan para kazanmak için yatırımdan çok finans oyunlarına yönelir. Artı kazandığı karları da kendi şahsi varlığını artırmaya yöneltir, yatırıma yöneltmez. Çünkü onların da gözünde uluslararası elitler ve onların yaşayış şekilleri gibi yaşama istekleri vardır. Ülkelerine karşı onlarla birlik olurlar, küresel elitlerin ülke sisteminde gerçekleştirmek istedikleri ne varsa seve seve yardımcı olurlar. Örneğin AKP’nin iktidar olmasının önemli destekçileridirler ve AKP de onlara karşı görevini eksiksiz yerine getirmektedir. Ama ülke insanın bir kesimi bu işlerin böyle yürüdüğünü hiç bilmez ve büyük sermayeye hayranlık duyar. Eğer büyük sermaye bu kadar bu ülkenin ekmeğini yiyorsa bu ülkeye karşı sorumlu olmak zorundadır. Peki gördüğümüz ne? Ülkede doğru düzgün üretim yok, hizmet sektörü son derece gelişmiş. Kime hizmet ediyoruz, neye hizmet ediyoruz? Üretim yoksa gelecek yoktur.

Yukarıda saydığım çeşitli nedenler, ülkenin ve ülke insanın durumunun gitgide kötüleşmesinin ana nedenleridir. Bir taraftan batılı devletlerin ülke kaynaklarını sömürmesi ve diğer taraftan ülke içinde de bir sömürünün varlığı. İnsanların bir çoğu kendi ülkesinde dahi seyahat edemez veya şehrinin imkanlarından faydalanamaz. Durumu biraz daha iyi olanlar bazı şeylerden faydalanabilirler ama o faydalandıkları şeyler de esas olarak sistemin onlara nasıl yaşamaları gerektiğine dair bir diktasıdır. O yüzden sürekli trendler, modalar oluşturulur. Sınırlı süreli uygulamalardır bunlar. Genel olarak insanlara para harcatma amacı taşıyan ve kişinin kendisine pek de faydası olmayan şeylerdir. Çünkü kişinin olayları anlayabilecek kadar gelişmemesi bu sistemin devamlılığı için şarttır. Kişiler arası rekabeti artırır, insanları toplumsal olmaktan çok bireyselliğe iter. İnsan ilişkilerinin içine sokulan rekabet sevgiye ve güvene dayalı ilişkiler geliştirmek yerine, birbirlerini çekemeyen insanların olduğu ortamlar yaratır. Her gelir seviyesinde kişiler bir altındakine kibirle yaklaşır. Küçümser. Dar gelirli kişiler önemsenmez hale gelir. Vicdan körelir. Kişiler gitgide yalnızlaşır. Bu da mutluluk seviyesini etkiler. Çünkü insan toplumsal bir varlıktır ve anlamı o toplum içinde belirlenir. E herkes birbirinin rakibi ise rakibe açık vermemek lazım değil mi? Peki durum buysa ilişkiler içinde insani bağ nasıl kurulacak? Sonuçta hepimiz kusurlu varlıklarız. Doğrumuz da var hatamız da… Samimiyetin yerini ne alacak?

İşte tüm bunlar aslında bizi kendimize, içinde yaşadığımız topluma yabancılaştıran daha ötesi düşmanlaştıran durumlardır. Bugün kişisel gelişim kitaplarıyla yayılmaya çalışılan farkındalığı artırma çalışmaları da farkındalığı artırma değildir. Ya insanı kendisine gömmedir ya da sistemin izin verdiği yerlerde sınırlı hareket etmedir. Gerçek farkındalık sistemin nasıl çalıştığını anladığımızda ortaya çıkar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir